Mevsim Yenice,

Dünyanın Sınırlarını Yeniden İnşa Eden Oyunlar

17.08.2021
Dünyanın Sınırlarını Yeniden İnşa Eden Oyunlar

Özge Uysal

 

Çocukluğumuzu oyunlar ve oyuncaklarla anımsamayı severiz. Birlikte uyuduğumuz, birlikte sosyalleştiğimiz, başkasıyla paylaşmamak için direndiğimiz oyuncaklarımız, kim olduğumuz ve dünyayla ilişkilenme biçimimiz hakkında da ipuçları verir. Biz oyun kurmayı ve oyun oynamayı çocukluk dönemimizle ilişkilendirsek de aslında oyunlar hayatımız boyunca bize eşlik ederler. Oyun, hayatı yorumlama biçimi ve şimdiyi inşa etme yöntemi olarak insanların hayatında hep vardır. İnsanlık tarihine eşlik eden ritüeller de kutsal oyunlardır. Bu kutsal oyunlar zaman içerisinde dünyevi anlamlar kazanmış, kutsallık sınırının dışına çıkmıştır. Ve insanlar, yetişkinliklerinde de oyunlar icat etmeye devam ederler.

 

Agamben, Wittgenstein’dan hareketle oyunu bir deneyim alanı olarak yorumlar ve dil ile oyun arasında bir bağlantı kurar. Dilin sınırları ile dünyanın sınırları arasındaki ilişkiye işaret eden Wittgenstein gibi Agamben de oyun ile dünyanın sınırları arasındaki bağlantıya işaret eder. Mevsim Yenice’nin ikinci öykü kitabı Bilinmeyen Sular’da da bu oyunun sınırları ile dünya arasındaki ilişkiyi takip etmek mümkün. Bu kitaptaki öykülerin çoğunda oyuna göndermeler olduğunu fark edeceksiniz. Ancak bunlar uzlaşılmış[M1] , kendi kutsal öğelerini içerisinde barındıran ya da eğlendiren oyunlar değiller. Oyunlarını beceriksizce sürdürmeye çalışan ancak oyunu da hayatına da yüzüne gözüne bulaştıran kahramanların öyküleri bunlar. Bu oyunlarda mutlu sona pek yer yok.

 

Kitaba adını bağışlayan “Bilinmeyen Sular” öyküsüyle açılıyor kitap. Üzerine geçmişin ve sabah ışığının gölgesi düşmeden dönüşen bir baba oğul ilişkisine yoğunlaşan bu öykü, gecenin ve babasının elini tutarak bir oyuna başlayan ve eşikten geçen bir gencin bilinmeyen sulara yolculuğunu konu ediniyor. İkinci öykü “Yamaç”, kendisine ait olmayan bir geçmişi, zamanı unutturan bir oyun aracılığıyla sahiplenmeye çalışan bir kadının öyküsü. Bulmak için kaybetmek gerektiğini bilmeden arayan, kaybettiği oyuncağın yasını tutan, oyunundan koparılan bir kadının… Kitabın üçüncü öyküsü “Pes”, oyuna kendin olarak devam etmenin kıymetini hatırlatıyor. Başkaları gibi ola ola kendi olmayı unutan bir çiftin oyunun sonunda hem kendilerini hem birbirlerini hem de oyunlarını unuttukları, anlamsızlaşan bir oyun bu. “Dostlar Böyle Yapar Çünkü” ise, kendinden önceki öykünün tam tersine, oyuna, rolüne ve hareketsizliğe hapsolmuş iki arkadaşın diyaloğumsu monoloğu. “Kırk Saniye”, kitabın en vurucu öyküsü. Okurken, bu yazıyı hazırlarken, hatta her aklıma düştüğünde mideme sıkı bir yumruk yiyorum. Yalnızlığın gölgesinde bir şefkat oyunu filizlendiren çocuğun oyununa kan bulaştıran bir babanın hikâyesi. “Bataklık Balığı”, artık oyuna devam edemeyecek, hatta oyunu unutacak kadar yaşlanan John’un gölgesinde yaşayan Theo’nun, ki o Tanrı’nın hediyesidir, bataklıkla çiçek açmasının öyküsü. Tıpkı bir lotus gibi… “Puantiyeli Plastik Bir Şemsiye”, sevgiyi almayı da vermeyi de bilmeyen bir kadın ile erkeğin mutsuz sonlu oyununu anlatıyor. “C Blok Daire 10”, oyun içinde oyunun şekillendiği, her şeyin tersine işlediği bir öykü. “Bir Yere Kadar”, ne kuralları ne de rolleri hatırlayan bir ev sahibinin oyunun sonuna yaklaşmışken yitirdiği hafızasının oyunlarına dair bir öykü. “Göründüğünden Daha Uzak”, başka bir dünyanın oyuncusu olmak isteyen ve sonu gelmeyen gözetlemelere rağmen kendi oyununda sıkışıp kalmış birinin öyküsünü ele alıyor.

 

Huizinga’ya göre oyun, kültürden daha eski. Ancak insana atfedilen diğer birçok tanımlamadan farklı olarak homo ludens’i (oyun oynayan insan) hayvanlardan ayıran bir şey yoktur. Daha doğrusu, insanın üstünlük taslayacağı bir alan sağlamıyor homo ludens. Hayvanlar, insanlardan çok önce oyun oynamaya başlamıştır ve insanlar, oyun oynamaya insansı pek bir şey katamamıştır. Ve her oyun, bir anlam taşır. Huizinga da, Agamben’de karşılaştığımıza benzer bir yorumla, insanın iletişim kurmak, dünyayı tanımlamak ve fark etmek için kullandığı dilin oyun ile iç içe olduğuna dikkat çeker. ¨Dilin yaratıcısı olan zihin, oyun oynayarak, maddeyle düşünülen şey arasında sürekli olarak gidip gelmektedir.¨[1] Simgesel, soyut dil de kelime oyunu olarak okunabilir, böylelikle tüm düşünsel mesai ve soyut kavramlar da oyuna dahil edilmiş olur. Bilinmeyen Sular’ı okurken oyunun her türlüsüyle karşılaşmak mümkün. Bu kitaptaki her oyunun kendi dinamiği, kendi duygusu, kendi birikimi var.

 

Öykülere başlarken Pink Floyd şarkılarına ait olması dışında bir anlam ifade etmeyen alıntılar, öyküleri bitirdiğinizde yeni anlamlara bürünüyor. Hatta kitabı bitirdiğinizde aklınızda kalan sorulardan biri şu: Kitaptaki öyküler, bu kitaptan yıllar yıllar önce yazılmış Pink Floyd şarkılarından yapılan bu sözlerden hareketle mi yazıldı yoksa şarkı sözleri bu öykülere mi uyduruldu? Çizgisel zamanda bir anlam ifade etmeyen bu soru, döngüsel ve oyuncu bir bakış açısıyla bakıldığında yerini bulabilir mi? Neden olmasın.

 


[1] Johan Huizinga, Homo Ludens, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Ayrıntı Yayınevi, İstanbul, s. 21

 


 [M1]“üzerinde uzlaşılmış”?

 

Diğer Blog Yazıları

Tümünü gör