Kadınlar Günü Özel, Sevgililer Günü, Kul, Kadınlar

14 Şubat Sevgililer Günü: Kuşlar Meclisi’nden Öz Japon Pazarı’na

17.08.2021
14 Şubat Sevgililer Günü: Kuşlar Meclisi’nden Öz Japon Pazarı’na

Pagan gelenekte çobanların tanrısı, nympha’ların peşinden salınan keçi ayaklı Pan adına şubat ayının ortasında kutlanan Lupercalia Festivali’nde kadın ve erkeklerin çekilişle eşleştirildiği ritüel, bugünkü Sevgililer Günü’nün bir önceki adımı olarak düşünülebilir. Bu festivalden önceyse tanrılar tanrısı Zeus ve kardeşi Hera’nın evliliklerine adanmış –ocak ayının ortasından şubat ayı ortasına kadar süren– Gamelion (evlenme) Bayramı da 14 Şubat tarihiyle ilişkilendirilir. Ancak Sevgililer Günü esas olarak Aziz Valentino’nun hikâyesidir.

Yortu günü 14 Şubat olan Aziz Valentino adında üç efsanevi din adamı bulunuyor. Bu üç rahipten en çok bugünle alakalı olan şahsiyet, rahip ve hekim olan Valentino’dur. İmparator II. Claudius’un Hıristiyanlara yönelik baskısı sırasında öldürülen Aziz Valentino’nun 14 Şubat’la ilgili efsanesiyse şöyledir: Roma İmparatoru Claudius’un yasaklarına inat sevgilileri evlendiren bu aziz, idam edileceği gün sevgilisine bir mektup bırakır. O mektubun bugünkü Sevgililer Günü’nde kart gönderme ritüelini başlattığı söylenir. 19. yüzyılla birlikte ticari anlamda bir kazanıma dönüşen kartpostal satışı yıllar geçtikçe yerini tek taşlara, ev aletlerine, çiçeklere ve cafcaflı yemeklere, neredeyse bir ay öncesinden başlayan reklamlara, en önemlisi bir sektöre bırakır.

14 Şubat’ı asıl meşrulaştıran, ilk kez bir metinde vurgulayan kişi ise Canterbury Hikâyeleri’nin yazarı Geoffrey Chaucer’dır. “The Parliament of Fowls” (Kuşlar Meclisi) şiirindeki dizelerinde bugüne şöyle yer verir Chaucer:

 

For this was on Saint Valentine’s day

When every fowl comes there his mate to take.

 

(Çünkü Sevgililer Günü’ydü o gün,

Her kuşun eş bulmak için tepeye gittiği.)

 

Elbette Chaucer, Aziz Valentino’dan bahsederken muhtemelen Sevgililer Günü’nün ticari bir güne dönüşeceğini düşünmüyordu. Sevgililer Günü’nün özel bir gün olarak kutlanmasında katkısı büyük olan yazar, şiirin bu dizelerinde Aziz Valentino Günü’nde kuşların eşlerini seçmek için bir araya gelmesini anlatmak istemişti sadece belki de.

Bir kartla başlayan Sevgililer Günü serüveni zamanla çiçek, eşya, tek taş, yemek ve giysiyle tamamladı kendini. Her yıl mağazaları süsleyen kırmızı kalpli, allı güllü semboller, yazılar… En romantik şiirler, en romantik reklamlar… Zamanla Sevgililer Günü adeta daha ziyade erkeklerin kadınlara hediye aldığı bir gün haline dönüştü. İnternet siteleri “Sevgililer Günü’ne özel” tasarımlar yapar, indirimli hediyeler sunar hale geldi.

Bir de sadece mağaza vitrinlerinde, dizilerde ve bugünün anlam ve önemini vurgulayan reklamlarda görebilecekleri romantizm şölenini hiç yaşamamış kadınların 14 Şubat’ı var. Aziz Valentino’dan, hatta Zeus ile Hera’nın “kutsal evliliği”nden kapitalizmin kazancına dönüşen bu kutsal günü, Seray Şahiner’in son kitabı Kul’un karakteri Mercan’ın Sevgililer Günü nasıl olurdu, sorusunu düşünerek analım.

Mercan’ı nasıl biliriz? Apartman silerek çalışmayan kocasına bakan, evini geçindiren bir kadın Mercan. Aziz Valentino belki bazen onu alevlendirmiştir ama kutsal Sevgililer Günü’nde Mercan’a bir ev aleti almış mıdır, hadi ev aletini geçelim, bir çiçek, günün anlam ve önemine istinaden bir kart vermiş midir? En azından bir güzel söz? Mercan hayatında bunların hiçbirini kocasından yana görmemiştir. Oysa kocası çekip gittiğinde, bir başına kaldığında, tek arkadaşı televizyon olduğunda, Samatya’nın meyhaneler sokağında sadece bir ânı kendine ayırmaya karar verdiğinde, içtiği tek birayla başka erkeklere de gülümseyebilmeyi hemen öğrenebilmiştir Mercan.

Mercan kocası gittiğinde döneceğini düşünmüştü. Nereye gider, ne yapar, zaten çalışmıyor, gidecek neresi var ki? Mercan olmasa o adam nasıl yaşar ki? Mercansız yapamaz ki! Evet, şimdiye kadar bir kere bile saçını okşayıp bir tatlı söz söylememişti, çalışmamıştı belki, Mercan’ın kazandığı parayla ot içerdi sadece, evet. Ama ara sıra çiçekleri sulardı hiç olmazsa; yiğidi öldür ama hakkını yeme, Mercan adaletliydi de. Hem belki bir gün doğmamış çocuğuna hasret Mercan’a bir çocuk da verirdi, kim bilir? Kocası gidince yükü azalması gereken Mercan hafiflemedi hiç. Gün geçtikçe ağırlaştı. Olamayacak çocuğunun hasretinden mi, kocasının hasretinden mi, yalnızlıktan mı? Gene de evde bir nefesti o adam. Yalnızlık öyle bir şeydi çünkü. Yalnızlık kendine vakit ayırmaktı esasında, televizyondan öğrenmişti bunu. Ama kendine vakit ayırmak da para demekti. Bunu da televizyondan öğrenmişti.

 

Oysa kliplerdeki kadınlar ne güzeldi. Onlar da yalnızdı ama kendilerine zaman ayırmasını biliyorlardı doğrusu. Giysi dolabından kıyafetlerini askılarıyla bavula topladıkları gibi tatile çıkıyor, halbuki askılarından çıkarıp koysalar daha az yer kaplardı, saçlarını üstü açık arabanın rüzgârında savururken bir yandan araba kullanıyor, bir yandan şarkı söylüyor bir yandan da ellerini arabanın pencere kenarına pıt pıt vurup tempo tutmayı ihmal etmiyorlardı.[1]

 

Televizyonda gördüğü kadınların kafasını dağıtmak için çıktıkları alışveriş merkezlerinde kendilerine hediye alacakları hayatları vardı. Mercan’ın hayatındaki Öz Japon Pazarı’nda geçen birkaç parça malzemenin eski bir milyoncu tanımını enflasyonla yitirdiği o Öz Japon Pazarı. Eğer kocası yanında olsaydı (ya da yanında olduğu zamanlar) ne alırdı Mercan’a? Kocası Öz Japon Pazarı’ndan sahte bir kırmızı gülle eve gelseydi bugünde mutlu olmaz mıydı? Televizyonda gördükleri gibi bir hayat yaşaması imkânsızdı evet ama romantizm için o kadar zengin olmaya gerek var mıydı? Şu “özel günler”de en azından bir tatlı söz, âşık etmez miydi kocasına? Fazlasını istemezdi Mercan zaten. O kadar alışmıştı çünkü.

 

Her şey bulunurdu Öz Japon Pazarı’nda. Mercan, rujunu, rimelini, tuvalet pompasını, yapışmaz tabanlı tavayı, insan içine çıkacağında kırmızı etek bluz takımının altına giyeceği 20 Den ince çorabı hep burdan alırdı. İlk kat; kırtasiye, kozmetik ve zücaciyeye ayrılmıştı. Allahım Mercan’ın neyi eksikti on iki kişilik yemek takımı alanlardan...[2]

 

 “Kutsal evlenme”nin başkahramanları Hera ve Zeus… Mercan, Homeros’un tanımladığı Hera karakteriyle sadece “düzen kurması” açısından benzeyebilir. Mercan bir kere bile hırçınlık, inatçılık yapmamıştır. “Dırdırcı” etiketi üzerine yapışan Hera’ya bu açıdan bile benzemez. Oysa Zeus bütün işlerine çomak sokmaya çalışan Hera için bile şöyle demişti bırakın çekip gitmeyi:

 

Çok değil Here’ye öfkem, kinim,

her işime engel olmak onun huyu.[3]

 

Bakın, Zeus bile Hera’ya öfke duymuyor. Hem de Zeus defalarca aldatmıştır Hera’yı, hem de Hera’nın öfkesi hiç boşuna değildir. Zeus bile kıymet bilmiş, bakın. Mercan’ın kocası hiç aldatmış mıdır onu? Aldatmamıştır. Gitmediği yer, etmediği dua kalmamıştı Mercan’ın kocası geri dönsün diye. Bugünün yaratıcıları Hera ve Zeus aşkına, Mercan’ın kocası geri dönsün! Eğer dönerse televizyonda gördüğü pazar kahvaltılarından hazırlayacak Mercan, Öz Japon Pazarı’ndan aldığı kahve takımıyla kahve yapacak belki. Belki kocası, “Beni affet,” diyecek ona. Hemen affedecek Mercan sonra. Kocası için aldığı parfümü sıkacak, mis gibi kokacak. Ve o gün çalışamayacak. O gün sevişecek kocasıyla.

 

Hiç yaşamış mıydı bugünü? Sadece dizilerde gördüğü romantizmi ya da aşkı? Meydanda el ele gördüğü çiftler gibi dolaş mıydı sokaklarda? Küçücük bir hediye almış mıydı bir erkekten? Tamam, Mercan artık yalnız bir kadın. “Ne var yalnızım, tek taşımı kendim alırım, kimse girmesin havaya!” deyip bugüne alternatif alışveriş yolları arayan sektörün oyunu olamayacak kadar yoksuldu Mercan. Bugünde milyar dolarlar harcayan ABD’nin, dünyaya yaydığı ülke ekonomisine katkıda bulunmaya teşvik eden çabasına cevap veremeyecek kadar yoksuldu.

 

 

 

[1] Seray Şahiner, Kul, Can Yayınları, İstanbul, 2017, s. 47-48.

[2] Kul, s. 75-76.

[3] Homeros, İlyada, çev. Azra Erhat, Can Yayınları, İstanbul, 2013, s. 243.

 
 

 


Diğer Blog Yazıları

Tümünü gör