öykü

Tarih Yazımı ile Kurmaca Anlatı Arasında: Tarihçilerin Öykülerine Tutunmak

17.08.2021
Tarih Yazımı ile Kurmaca Anlatı Arasında: Tarihçilerin Öykülerine Tutunmak

Tarihten başka bir hikâye devşirmenin binbir biçimine denk gelmediğimiz gün yok gibi. Dizi ve film senaryolarından, podcast dinletilerine dek. Peşine düşülen bu başka türlü anlatma gayretinin, alışılmışın, aşina olunanın sınırlarını zorlamanın ötesinde pek çok anlamı var elbette. Başka türlü anlatma, tarif etme çabası bir arşiv görevlisi, müze küratörü, restorasyon uzmanı için tarihsel kaynakların yönetimi iken, tarihçi için ilgilenilen konunun halihazırda bulunduğu duruma nasıl geldiğidir (Kyvig ve Marty, 2000:7-8). Tarihle kurulan ilişkinin bu çok çeşitli, binbir gerçekliği anlatının kuruluşunda ve işleyişinde önemli etkiler yaratır. Burada dikkate mazhar olan tarih yazımı ile kurmaca anlatı arasındaki dinamik ilişkinin nasıl kurulduğudur. Çünkü bir yönüyle bu ilişkinin nasıl kurulduğu hem tarihin hem de edebiyatın temsil ettiği dünyayı ve onu temsil ediş biçimlerini de etkiler.

 

Paul Ricoeur’ün tarih yazımı ile kurmaca anlatı arasında kurduğu benzerlik, felsefeciler ve yorumbilimciler kadar tarihçilerin ve edebiyatçıların da kuramsal tartışmalarında yerini alır (Paul Ricoeur, 2007: 23). Ricoeur, olayların anlatımını zamandizinsel boyuttan öteye taşıyarak, geçmiş, şimdi ve gelecek arasında kökensel bir birliktelik kadar yitimli, geçici bir sentez bulma arayışındadır. Bu sentez, tarihte olup bitmiş olayların farklı bağlamlarda yeniden hatırlanıp canlandırılabileceği ya da gerçekleşmemiş ihtimallerin hikâyeleştirmeyle anlaşılabileceği bir duruma tekabül eder (Turan, 216). Tarih ve anlatı arasındaki her türlü bağın yadsınmasına olduğu kadar, ikisi arasında doğrudan bağ kuran savlara da uzak duran Ricoeur, kendi ifadesiyle tarihçinin düşüncesindeki yönelmişliği gün ışığına çıkaran dolaylı bağları yeniden kurmayı önemser. Böylece tarih, insan eylemliliğine, onun alanına, zamansallığına dolaylı yoldan ulaşmayı amaçlar (Ricoeur,2009:10-11).

 

Bu yazıda tarihçilerin geçmişin izleriyle kurdukları ilişkinin dolaylı bağlarına, bu ilişkinin keşfe ve yaratıya dönüklüğüne temas eden bir kitaptan söz açmak istiyorum. Kısa süre önce yayımlanan, editörlüğünü Ebru Aykut, Nurçin İleri ve Fatih Artvinli’nin üstlendiği “Tarihçilerden Başka Bir Hikâye” adlı kitap, salt hayalgücü ve kurguya dayanan bir öykü kitabı olmadığı gibi, bildiğimiz anlamda tarihi belgeleri betimleyip hikâyeleştirme amacı da taşımıyor. Kitabın yazarları geleneksel tarihçiliğin odağından uzak olan kadınların, kölelerin, çocukların, köylülerin, mahpusların, mecnunların arşiv belgelerinde bir görünüp bir yok olan izlerinin peşine düşüyor. Yazarlar, tarihi kayıtlarda kesintisiz bir izlek oluşturmayan bu izlerden düş güçleriyle bir olay örgüsü kurgulayarak oldukça özgün bir çalışmaya imza atarlar.

On dört öyküde de geleneksel tarihçiliğin arşivde uyuttuğu olayları, kişileri, mekânları derinleştirerek, edebi anlatısallık içinde yeniden kurarak tarihin hatırasından öte hafızasının derinliklerine yol alınmış. Osmanlı-Türkiye tarih yazımında önem atfedilen olayların ve aktörlerin çevresinde, ötesinde, gerisinde, berisinde duranların sesleri çoğaltılmış, nefesleri açılmış.

 

Tarihi olayların gerçekliği ve kurgusallığı arasındaki ikilemin, hem yazarlar hem de okuyucular için başka türlü bir farkındalık deneyimi içermesi de edebiyatın gücü olsa gerek. Tarihçi öykücüler, arşivde tesadüf ettikleri belgelerde, eski gazete haberlerinde, günlüklerde, misyoner raporlarında ismi geçen, silueti dolaşan karakter ve diyalogları edebi bir anlatısallık içinde yeniden canlandırmakta oldukça başarılı olmuşlar. Öykülerin kendine özgü konuşkanlıkları, tarihsel olduğu kadar duygulanımsal ve düşünsel sıçramalarla desteklenmiş. Öyle ki yazarlar, olay örgüsü içinde okuyucunun kendi imgelemini kurma özgürlüğüne de alan yaratmış. Kimi öykülerde anlatıcı sesi olarak deneysel, ironik, metaforik dil kullanımları tercih edilmiş. Tüm bu özgün edebi denemelerde dahi karakterler arasındaki ilişkinin tarihselliği gölgelenmemiş. Kimi yazarların hikâyenin tarihsel gücüne kıyasla edebi gücündeki naifliği okuyucuyu, hikâyenin kurgusal dünyasına cüretkâr bir şekilde davet edebilmiş. Kimi hikâyelerde de anlatının nasıl tamamlanacağına, daha başka nelerin olmuş olabileceğine dair uyandırdığı merak anlatının akıcılığını sağlamış, heyecanını artırmış. Yine arşivden belge, kartpostal, fotoğraf vb. malzemeyle bezenen öyküler, salt bir edebi metin olmanın ötesine geçerek; hikâyenin tarihsel dönemini ele alış ve kurgulayış biçimini görünür kılan türlü anlatım tekniklerine kapı aralamış. Yazarlar böylece tarihsel olayları hikâyeleştirerek geri kazandıkları ya da keşfettikleri başka bir gerçekliği de yazmaya koyulmuşlar. 

 

Adam Phillips’in dediği gibi okur hep başka bir yerde olmak, kendi düşünde kaybolmakla meşguldür (Phillips, 2015: 95). Nerdeyse anlatının ele avuca sığmazlığı gibi! Bu özgün çalışma hemen her seferinde daha derinde yatan sorular sorulduğunda, söze döküldüğünde, yazıldığında başka mevzuların bahis olacağı farklı hakikat düzlemleriyle her birimizi yüzleştirebiliyor. Öyleyse bizler de tarihçi öykücülerin, bizi çıkardığı bu edebi sergüzeşte katılalım; onların sıradan, iyi yaşanmayan ya da ağır yükler, bedeller altında yaşanan hayatları hüsrandan, acı bir yenilgiden öteye taşıyan öykülerine tutunalım.

 

Kaynakça

 

Phillips, Adam, Kaçırdıklarımız, Çev. Selin Siral, İstanbul: Metis Yayınları, 2015.

Kyvig, David E. ve Mayron A. Marty, Yanıbaşımızdaki Tarih, Çev. Nalan Özsoy, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000.

Turan, Ertuğrul R. “Kolektif Şizofreni: Zamanın İki Yüzü”, Doğu Batı, 6 (22), 2003.

Ricoeur, Paul, Zaman ve Anlatı: Bir. Zaman Olayörgüsü Üçlü Mimesis, Çev. Mehmet Rifat ve Sema Rifat, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2007.

Ricoeur, Paul, Zaman ve Anlatı: İki, Tarih ve Anlatı, Çev. Mehmet Rifat, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2009.

 


[1]Yonca Güneş YÜCEL.

 
Öykü

 


Diğer Blog Yazıları

Tümünü gör