Evelio Rosero, José Mauro de Vasconcelos,

Portakalın Zararları

17.08.2021
Portakalın Zararları

Portakal. C vitamini deposu bu turuncu meyve suyuyla, tadıyla, rengiyle, kokusuyla bize şifa veriyor, kahvaltılarımıza neşe katıyor. Menşei Uzakdoğu olan, günümüzde Akdeniz’i saran bu çoğu zaman tatlı ama bazen de ekşi meyve farklı kültürlerde evliliği, bereketi, mutluluğu sembolize ediyor. Yunan mitolojisinde, Hera ile Zeus’un düğünü “Batı Kızlarının bahçesinde” olmuş, “o bahçeden gelen altın elmaları Gaia Hera’ya düğün hediyesi olarak vermiştir”[1] (vurgu bana ait). Çin Yeni Yılı’nda, insanların şans getirmesi için birbirlerine hediye ettikleri bir meyve oluyor portakal.

Havalar soğumaya yüz tutunca ortaya çıkan bu meyveyle sanat eserlerinde de sık sık karşılaşıyoruz. Van Gogh’un, Matisse’in, Cezanne’ın, Konçalovski’nin, Zurbar’ın natürmortlarında turuncu turuncu parlıyor. (Ellsworth Kelly’nin durumunda ise bize kimliğinin rengine bağlı olmadığını gösteriyor.)[2] Ama portakalın sanat macerası natürmortlarla sınırlı değil. Botticelli’nin –ve belki de Batı sanat tarihinin– en meşhur tablolarından biri, İlkbahar’da, mitolojik karakterler bir düğün için portakal bahçesinde buluşuyor.[3]



Botticelli'nin 
İlkbahar'ı.

Gelin görün ki kışın kabuğunu sobaya koyunca odayı buram buram saran rayihasıyla, insanın içini açan rengiyle, ağzımızın suyunu akıtan tadıyla portakala çağımızda bambaşka, neredeyse zıt bir sembolik anlam yüklenmiş durumda: Portakal günümüzde ölümün habercisi sayılıyor.

Evet, ekranda bir karakter portakal yiyorsa, hatta sahnenin herhangi bir yerinde portakal varsa yakında birinin ölme ihtimali çok yüksek. Tüm izler, portakalın felaket tellalı olmaya The Godfather filmiyle başladığını gösteriyor. (DİKKAT! Yazı bu noktadan sonra The Godfather ve başka eserlerle ilgili sürprizbozan içerecektir.) Akla ilk gelen sahne elbette Don Corleone’nin vuruluşu. Brando’nun efsanevi şekilde canlandırdığı karakter, Noel zamanı marketten portakal seçerken iki tetikçi tarafından vurulur. Vurulacağını anladığı an arabaya kaçarken portakal sepetine takılır ve meyveler yere yuvarlanır.[4]

Ama The Godfather’daki ölümcül portakallar bununla sınırlı değil. Serinin çeşitli sahnelerinde portakallar çeşitli biçimlerde (bazen masanın üstünde bazen karakterin elinde) karşımıza çıkıyor ve neredeyse her seferinde peşinden bir ölüm geliyor.

Francis Ford Coppola konuyla ilgili olarak, “Tesadüf olarak başladı ama ilk filmde portakalı çok fazla kullandığımızı fark edince diğer iki filme de bilinçli olarak yerleştirdik,” diyor. Böylece The Godfather’ın açtığı kapıdan başka filmler, başka diziler geçiyor. Darren Aronofsky’nin en rahatsız edici ve hayranlık uyandırıcı filmlerinden Requiem for a Dream’de sonu kötü bitecek bir uyuşturucu alışverişine portakal kamyonuyla gidiliyor, şoför o esnada bir portakal soyuyor. The Sopranos’un sezon finalinde Tony Soprano portakal yiyor.

Alfonso Cuarón’un, hak ettiği ilgiyi yeterince görmediğini düşündüğüm filmi Children of Men’in en kanlı sahnelerinden biri, en huzurlu sahnelerden biri olarak başlıyor. Genç bir kızı ülkeden kaçırmak için arabada giderlerken karakterler aralarında şakalaşıyor, eski günleri yâd ediyor. Tam o sırada biri, portakal soyup genç kıza veriyor. Bu çarpıcı tek plan sahnenin devamında yaşananların yanında Corleone’nin ölümü çok masum kalıyor (DİKKAT! Vahşet görüntüleri içerir).

Portakalın edebiyattaki rolünün de masumca başlayıp giderek vahşileştiği söylenebilir. Bu turuncu meyveden bahsedince akla ilk gelen edebiyat eseri genelde Şeker Portakalı oluyor. José Mauro de Vasconcelos’un bu “gençliğe geçiş” kitabı, hayal gücü geniş afacan oğlan Zezé’nin bir şeker portakalı fidanıyla kurduğu dostluğu anlatıyor.

Şeker portakalı Zezé’nin tüm sırlarını, hayallerini ve korkularını açtığı can dostu. Kitabın sonunda, yol çalışmaları yüzünden kesilme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Burada ağacının ölüm tehlikesi haricinde Şeker Portakalı’ndaki yegâne şiddet sahnesi, Zezé’nin yaramazlık yaparken üstüne bastığı bir cam parçası yüzünden ayağının kanaması. Portakal ağacı, meyvesi ve çiçeği, bu romanda henüz naifliği, çocukluğu simgeliyor.

Van Gogh'un portakalları.

Vasconcelos’un romanından yaklaşık yirmi yıl sonra yayımlanan Tek Meyve Portakal Değildir’de hem bambaşka bir dünyayla hem de bambaşka bir portakalla karşılaşıyoruz. Jeanette Winterson’ın otobiyografik ilk romanı, küçük bir kasabada dindar annesi tarafından misyoner olarak yetiştirilen lezbiyen bir genç kızın hikâyesini konu alıyor. Jeanette’in “sapkınlığı” yüzünden dışlanmasının ve kendine hayatta bir yer bulma çabasının ortasında portakal özel bir yer tutuyor. Annesi, Jeanette ne zaman kendini kötü hissetse, herhangi bir konuda –ki annesinin nazarında her konu kiliseye çıkıyor– kafasında soru işaretleri oluşsa ona bir portakal veriyor. Annesinin verdiği portakalları soymak, kabuklarını saklamak onu rahatlatıyor. “Tek meyve,” diyor annesi portakal için ve Jeanette bu görüşü benimsiyor: “Tek meyve portakaldır.”

Şeker Portakalı’nın naif meyvesi, kötülüğün vücut bulmuş hali olarak karşımıza çıkıyor. Kanlı sahnelere dönersek, Tek Meyve Portakal Değildir’de o da eksik değil. Kitapta yer yer hikâyenin arasına giren masal anlatılarından biri şöyle: Bir prens, uzun yıllar boyunca eş olarak kendine mükemmel kadını arar. Gerçekten de güzelliğiyle hastaları bile iyileştirebilen bir kadın bulur ama kadın onunla evlenmek istemez. Dahası, mükemmel diye bir şey olmadığını, insanların esasında denge aradığını anlamasını sağlar. Bir prens olarak yanıldığını kabullenemeyeceği için adam, kadının kellesini kesmelerini buyurur:

 

Hemen kadının kellesini vurmuşlar.

Kan hemen göl haline gelmiş. Danışmanlarla saray halkının çoğunu boğmuş. Prens ancak bir ağaca tırmanmak suretiyle kaçmayı başarmış.

“Ne sinir bozucu iş,” diye düşünmüş. “Gene de, hiç değilse büyük bir kötülüğün önünü aldım. Şimdi aramayı sürdürmeliyim, ama heyhat, bana kim danışmanlık edecek?”

O an, aşağıdan bir ses duymuş. Eğilip bakmış, bir adam portakal satıyormuş.[5]



Cezanne'ın portakal ve elmaları.

 

Evelio Rosero’nun ilk olarak 2007’de yayımlanan Ordular romanında portakal kişisel şiddet hikâyesinden uzaklaşıyor ve toplumsal şiddetin, savaşın ortasında yerini buluyor. Kolombiya’nın bir köyünde geçen roman, emekli öğretmen Ismael’in, bahçe duvarına merdiven dayayıp ağaçtan portakal toplaması, o sırada da fırsattan istifade yan komşuyu röntgenlemesiyle açılıyor.

Kolombiya, yakın dönem dünya tarihinin en kanlı ülkelerinden biri. Nitekim Ismael’in huzurlu köyü San José de, tıpkı çevre köyler gibi, gerillalar ile paramiliterler arasındaki savaşın karargâhına dönüşüyor. Rosero romanında ne savaşın tarihine ve gerekçelerine giriyor ne de köyü kimin aldığını açıklıyor. Çünkü şiddet, açıklamaya ihtiyaç duymayacak kadar tanıdık ve olağan.

Tek Meyve Portakal Değildir’deki mükemmel kadının infazını Corleone’ye düzenlenen suikast girişimine benzetirsek, Ordular’daki vahşet de Children of Men filmini andırıyor. Gerçekten de edebiyattaki en şiddet dolu kitaplardan biri Ordular.

 

En sonunda kulübeye varınca karşılaştığım yırtıcı sessizlik bana göstermesi gereken şeyi gösterdi. Otilia orada yoktu. Üstat Claudino’nun kafası kesik cesedi oradaydı; hemen yanında da köpeğinki bir kan gölünün ortasında yatıyordu. Duvarlara kömürle şöyle yazmışlardı: İşbirlikçi olduğu için.[6]

 

Emekliliğini bahçesinden portakal toplayıp güzel kızları röntgenleyerek geçiren yaşlı bir adamın yaşamı çok kısa bir süre içinde kan ve ceset doluyor. Portakal ağacı da vahşetten payını alıyor:

 

Dip tarafta, benim evimi Brezilyalınınkinden ayıran duvar ortadan ikiye bölünmüş ve hâlâ üzerinde dumanlar tütüyor: (...) Portakal ağaçlarından birinin gövdesi tam ortadan kırılmış ve bir arp teli gibi hâlâ titreşerek santim santim ikiye ayrılıyor; bir sürü portakal parçalanmış ve tuhaf sarı damlalar gibi bahçeye saçılmış.

 

 

Ekranlardaki kadar doğrudan bir portakal-ölüm bağlantısı var Ordular’da. Roman portakal ağacıyla açılıyor ve devamında bir kasaba kurutuluyor. Yine de portakalın felaket tellallığının şimdilik ekranlarda daha yoğun bir şekilde sürdüğü aşikâr. Bu durum değişecek mi, edebiyatta yaygınlaşacak mı ya da portakal eski masumiyetini geri kazanacak mı, hep birlikte göreceğiz. Yazıyı, hem portakalla şiddetin ilişkisini çok güzel bir şekilde özetleyen hem de bir kitabın ruhunu ancak bu kadar güzel yansıtabilecek, Utku Lomlu imzalı Ordular kapağıyla noktalıyorum:

 


[1] Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 2010.

[2] Sanat eserleriyle ilgili desteği için Güzel Onlu’dan Bahar Malik’e teşekkür ederim.

[3] Farrin Chwalkowski, Symbols in Arts, Religion and Culture.

[4] Yuvarlanan meyve demişken Nuri Bilge Ceylan’ın muazzam elmalarını anmazsak olmaz.

[5] Jeanette Winterson, Tek Meyve Portakal Değildir, çev. Sevin Okyay, Sel Yayıncılık, 2017.

[6] Evelio Rosero, Ordular, çev. Süleyman Doğru, Can Yayınları, 2016.

 
Şeker Portakalı
Vasconcelos

 


Diğer Blog Yazıları

Tümünü gör