Ziya Osman Saba, Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi, Yayıncılık, Nâzım Hikmet

Dünyanın Bütün Musahhihleri, Birleşin!

17.08.2021
Dünyanın Bütün Musahhihleri, Birleşin!

Musahhih, tashihçi, düzeltmen. Kitaplara son halini veren ve “dalgın olmaya hakkı olmayan” yazı emekçileri. Kitaplarda, dergilerde, gazetelerde hangi fahiş hataları bulduklarını, hangi yazarı, yayıncıyı ipten aldıklarını bilmeyiz çünkü bizim elimize onların düzelttiği nüshalar gelir. Ama bir virgül atlanmayagörsün… “Künyede düzeltmen ismi de var ama… hayret doğrusu!” eleştirileri yağar kurumlara.

Editörlerin, musahhihlerin çoğu gölgede kalmayı tercih etse de perdenin önüne çıkan meslektaşlar da yok değil. Tüm dünyada birçok yazarın yayıncılık da yapmış olduğunu biliyoruz. Hiç değilse dergi macerasına atılmamış yazar bulmak epey zor. Hele de bizim yazarlarımızı, bir zamanlar, kendi yayınevinde, hem editör hem musahhih olarak kendi kitaplarını yayına hazırlarken görmek bile mümkündü. Sadece bu kadar da değil. Şimdi kitaplarını severek okuduğunuz bir yazarı önce baskıya girecek bir kitabı düzeltirken hayal edin. Sonra yemek saati geldiğinde yazıhanenin bir köşesinde alelacele sefertasından bir şeyler atıştırırken, yerleri süpürürken, bir koşu faturaları öderken, gelir gider defterlerini karıştırırken, alacak verecek hesabı yaparken… Belki camları silerken. Nakliye masrafından kurtulmak için sırtında kitap taşırken, kitapçılara elden dağıtırken. Akşam çocuklarının ödevlerine yardım ederken ve nihayet gece tekrar, belki bugün hayranlıkla okuduğumuz kitaplardan birinin tashihini yaparken.

“Ve ben şair musahhih / ve ben hergün / iki liraya / 2.000 kötü satır okumaya / mecbur olan adam” yani Nâzım Hikmet. O da bir dönem musahhihlikle hayatını kazananlardan. Mavi Gözlü Dev kitabında Zekeriya Sertel, Resimli Ay yazıhanesine gelen genç Nâzım Hikmet’le tanışmasını ve hakkındaki ilk gözlemlerini anlattıktan sonra şunları ekliyor:

 

Kendisine verilen işten fazlasını yapmaktan hoşlanırdı. Örneğin işe başladıktan bir süre sonra sayfaları da bağlamak işini üzerine aldı. Teknik işlere bayılırdı. Mürettiphanede başmürettibin masası başında sayfa bağlamak ve bu vesileyle işçilerle bir arada çalışmaktan zevk alırdı.

Bir gün geldi: “Yahu Zekeriya Bey, siz benden yararlanmasını bilmiyorsunuz. Siz beni şair sanırsınız ama ben gerçekte ressamım. Hikâyelerin resimlerini, sayfaların süsünü ben yapayım size,” dedi.

O günden sonra dergilerin resim işlerini de o üzerine aldı. Hele fotomontaj işleri pek hoşuna giderdi.

 

Çalışanlar için durum bugün o kadar kötü değil ama iyileşmiş de değil. Değişmediği kesin olan, yazar ve yayınevi çalışanı arasında geçişlerin devam ediyor olması. Bugün de mesai saatlerinde editör, musahhih olan, akşamları yazar kimliğine dönen birçok yazarımız var.

Ziya Osman Saba da tıpkı Nâzım Hikmet, Yusuf Atılgan, Ahmed Arif ve birçokları gibi musahhihlik yapan yazarlarımızdan. Saba, “Okumak” öyküsünde bizim o kadar uğraşmamıza rağmen bir türlü ifade edemediğimiz şeyleri kusursuz cümleleriyle aktarıyor.

 

Ben müellifin, o dalgın olmaya her zaman hakkı olan adamın yapabileceği ve benim, hiçbir zaman dalgın olmaya hakkı olmayan kişi sıfatıyla bulmam gereken yanlış için dikkat kesilmiş, fizik kitaplarını, tarih kitaplarını –o vakaların bir zamanlar bana da öğretildiğini hatırlayarak– derken bir romanı, arkasından bir coğrafyayı okuyorum. “Musahhih de mi görmemiş!” dedirtmemek için, yanlış kalmasın diye okuyorum. Tashihini yaptığım coğrafya kitabında bazen bir cümle, “kıtadan esen rüzgârlar” diye bir cümle, Haşim’in “Denizlerden esen o ince rüzgâr” mısrasını aklıma getiriveriyor; o zaman, bulunduğumuz mevsimin yaz olduğunu, denizlerden esen rüzgârlar da olduğunu önümdeki satırları bırakıp düşünüyorum. Fakat o anda birden hatırlıyorum ki, benim kafamın böyle tedailer yapmaya hakkı yok, kafamın bu dalgınlığı sırasında, önümdeki satırda bir yanlış, sonra makinelerin binlerce teksir edeceği bir yanlış gözümden kaçabilir. Evet, “kıtadan esen rüzgârların” iklim üzerinde, İmla Kılavuzu’na göre “ı” ile yazılması gereken iklim üzerindeki etkileri nedir? Bazen masa üzerine eğilmekten yorulmuş sırtımı doğrultmak, şöyle bir nefes almak için kalkıp pencerenin önüne gittiğim, orada karşıki duvarı boydan boya kaplamış sarmaşıklara, yüksek duvarı da aşmış kavaklara baktığım, sarmaşıklara gelen arıları dinlediğim oluyor. Fakat arı uğultusuna birden aşağıki makinelerin homurtusu karışıyor. Hava güzel diye makineler nasıl durmuyorsa insanların da durmaması gerektiğini hatırlıyorum.

 

Editörler, musahhihler her zaman güzel bir iş yaptıklarını bilerek ve muhteşem yazarlarla meslektaş olmanın keyfini sürerek düzeltmeye devam ediyorlar.

 
Ziya Osman Saba
Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi