Paul Auster, 4 3 2 1, Seçkin Selvi

Paul Auster’la Kitaptan Kitaba

17.08.2021
Paul Auster’la Kitaptan Kitaba

Uzun bir aradan sonra yeni bir kitapla karşımızda Paul Auster: 4 3 2 1. Seçkin Selvi’nin Türkçeye kazandırdığı roman, bekleyişin hakkını verecek kalınlıkta, tam 1127 sayfa.

The New York Times’ın, Man Book Ödülü’ne aday olan yeni roman vesilesiyle yaptığı “By the Book” söyleşisinde Auster başucunda duranlardan kütüphanesindeki şaşırtıcı kitaplara, çocukken nasıl bir okur olduğundan neleri okumayı sevmediğine, kitapların hayatındaki yerini daha iyi anlamamızı sağlayan konulara değiniyor.

 

Yeni bir kitap üstüne çalışırken kurgu okumadığını ama şiir, tarih ve biyografinin kabul edilebilir türler olduğunu söyleyen Auster’ın başucunda James Baldwin’in toplu denemeleri ile ilk dönem romanları ve öyküleri duruyor.

 

 

Liseden beri (ki 1965’te mezun olduğum düşünülürse bu uzun zaman önceydi) yakın zamana kadar Baldwin okumamıştım ve üstünde çalıştığım roman çoğunlukla ’50’lerde ve ’60’larda geçtiğinden görev duygusuyla kitaplarına tekrar başladım. Görev duygusunu hemen yerini keyfe, saygıya ve hayranlığa bıraktı.

 

 

Çocukken en sevdiği yazarlar arasında Hans Christian Andersen, Robert Louis Stevenson, Edgar Allan Poe ve Sir Arthur Conan Doyle gibi isimler bulunan Auster, yakın zamanda ilk defa okuduğu en iyi klasik eserin Virginia Woolf’un Deniz Feneri olduğunu söylüyor.[1]

 

 

18 yaşındayken Woolf’un bir-iki kitabını okumuştum (Dalgalar ve Orlando) ve pek sevmeyip Woolf’u 51 yıl boyunca listemden çıkarmıştım. Ne aptalca bir hata! Deniz Feneri hayatımda okuduğum en güzel romanlardan.

 

 

Auster’ı hikâye anlatıcılığına teşvik eden kitap ise 17. doğum gününde hediye olarak gelen İzak Babel’in Toplu Öyküleri:

 

 

Bu kitap zihnimde bir kapıyı araladı ve o kapının arkasında hayatımın sonuna kadar yaşamak istediğim odayı buldum.

 

 

Yazarın en sevdiği kitap kahramanı Don Quijote, en sevdiği antikahraman ise Raskolnikov. Dostoyevski’nin Auster için gerçekten özel bir yeri var zira edebî bir akşam yemeği verse, yaşayan ya da yaşamayan tüm yazarlar içinde çağıracağı üç kişiden biri. Diğer ikisi ise Dickens ve Hawthorne.

 

 

Yazıyı, kimsenin bilmediği kitaplar arasında en sevdiğinin Weeds of the West (Batı’nın Otları) olduğunu söyleyen Auster’ın güzel bir New York anısıyla bitirelim:

 

 

Brooklyn’deki kırtasiye dükkânımın sahibi Çin’de doğmuş bir adam. Yardımcısı Meksika’da doğmuş, kasaya bakan kadın da Jamaika’da. Birkaç ay önce soğuk bir gün ödeme yapmak için girişteki tezgâhta dururken Jamaikalı kasiyer (soğuk hava yüzünden) burnumun aktığını fark etti ama durumu görmezden gelmek ya da bana burnumu silmemi söylemek yerine kutusundan bir mendil çıkarıp tezgâhın üstünden eğildi ve benim için burnumu sildi. Bunu nazikçe yaptığını da eklemem gerek, üstelik tek kelime etmeden. İzin istemeden bana dokunması yanlış bir hareket miydi? Kuşkusuz kimileri böyle düşünecektir. Ama bana sorarsanız bu sıradışı bir iyilikti ve ona yardımı için teşekkür ettim.

 

 

 

[1] Ertuğ Uçar’ın aynı romandan yola çıkarak deniz fenerlerinin peşinden gittiği Woolf’un İzinde kitabını da buraya not düşmek isteriz.

 
Paul Auster
4 3 2 1
 

 


Diğer Blog Yazıları

Tümünü gör