Friedrich de la Motte Fouqué,

Edebiyatlararası Yüzük Kardeşliği

17.08.2021
Edebiyatlararası Yüzük Kardeşliği

Diğer çocukların gözünde cennet nasıl canlanırsa, benim gözlerimde de yüzük hep öyle canlanırdı. En az onun kadar önemli, onun gibi tatlı ümitlerle dolu... O kadar ki, yüzüğün birçok ülkenin toprakları üzerinde haklar sağladığından, daha da önemlisi, pek çok tılsımlı sırlarla ve güçlerle sahibesine ruhlar âleminin kapılarını açtığından haberim olmadığı halde, uyurken de, uyanıkken de, gördüğüm bütün düşler o yüzük etrafında dönerdi.[1]

 

Cesur kahramanlar, adalet ve barış uğruna göze alınan çetin yolculuklar, beklenmedik maceralar vaat eden tehlikeli coğrafyalar, gizemli ormanlar, sonra hayaletler, elfler, cinler, periler, tılsımlı nesneler... Kurmaca ustalarının inşa ettiği mitolojik öyküler, kahramanlık destanları, fantastik evrenler neden bu denli sevilir?

İnsanoğlu kendini ifade edebildiğinden bu yana, önce sözlü, sonra yazılı gelenekte böylesi anlatılar nesilden nesle aktarılmış, kişinin içinde soluk aldığı dünyaya göre değişime uğramış, farklı çağlar, farklı öykülere zemin hazırlamış. Başlangıçta, anlamlandırmada güçlük çektiği doğa olaylarını açıklayabilmek için mitler yaratmış homo narrans, doğa olaylarının gizemlerini yitirdiği dönemlerde ise anlatıların odağına başka meseleler yerleşmiş: Güçlüklerle örülü, savaşlarla örselenen reel dünyaya bir alternatif sunmak istenmiş kimi zaman, bazen de geçmiş dönemlerin kahramanlık destanlarıyla bağ kurularak “şimdi”nin insanına cesaret vermek istenmiş.

Bu tür anlatılarda sıkça yer alan simgelerden biri de yüzüktür. Yüzük, bir yandan bağlılığı simgelerken diğer yandan tılsımlı özellikler taşıyan, sahibine iktidar bahşeden, bu nedenle dönüşümü, tehlikeyi, yok oluşu da barındıran bir arzu nesnesi olarak karşımıza çıkar. Yüzüklü hikâyeler söz konusu olduğunda ilk akla gelenlerden biri kuşkusuz J.R.R. Tolkien’in Hobbit’i ve Yüzüklerin Efendisi serisidir. Tolkien’in artık efsaneleşmiş yapıtları, İskandinav ve Germen mitolojisinin, Nibelungen Destanı’nın izlerini de taşır, hatta Richard Wagner’in Nibelungen Yüzüğü’yle ilintilendirildiği de olur. Kuzey efsaneleriyle harmanlanmış yüzük hikâyelerinin tarihinde birkaç yıl daha geriye gidecek olursak, rotamız bizi iflah olmaz bir şövalye mitleri âşığına, Friedrich Heinrich Karl de La Motte Fouqué’ye ve onun Tılsımlı Yüzük’üne götürür.

 

 

Tılsımlı Yüzük'ün ilk baskılarından.

 

Tılsımlı Yüzük, tam da yukarıda sözü edilen “başka meseleler”i odağına alan, bizleri büyüleyici bir dünyanın içine çekiveren bir yapıt. Tılsımlı Yüzük’ün yaratıcısı de La Motte Fouqué, Alman Romantik akımının çocuklarından. Edgar Allan Poe’nun ileride “For one Fouqué there are fifty Molières” (Bir Fouqué, elli Molière bedeldir) sözleriyle öveceği yazarın en büyük tutkusu geçmişin büyük anlatılarıdır: Kurmaca evrenlerini yaratırken Borges’i de derinden etkilemiş İskandinav sagalarından, Ortaçağ’ın şövalyelik ve kahramanlık efsanelerinden beslenir. Çok sayıda oyun, şiir, öykü ve roman kaleme almıştır almasına; fakat edebiyat dünyasında ismini ölümsüzleştirecek asıl yapıtı 1809’da yayımladığı, su perisinin efsanesini öykülediği Undine olacaktır. Pek çok yazara ilham kaynağı olur Undine: E.T.A. Hoffmann bu yapıtı 1816’da operalaştırır, Hans Christian Andersen’in Küçük Deniz Kızı, Oscar Wilde’ın Balıkçı ile Ruhu, Giradoux’nun Ondine’i, Ingeborg Bachmann’ın “Undine Gidiyor”u Fouqué’nin eserinden izler taşır.

 

Karl Philipp Fohr'un Tılsımlı Yüzük için yaptığı bir çizim.

 

1813’te yayımladığı Tılsımlı Yüzük, edebiyat alımlamasında çoğu zaman Undine’nin gölgesinde kalmış gibi görünse de aslında yazarın en önemli metinlerindendir. Fouqué’nin bu romanı, salt içinde üretildiği çağda popülerliği en yüksek olan yapıtlardan biri olma özelliğini kazanmakla kalmayıp aynı zamanda romantik düşüncenin şövalyeliği idealize eden kanadını en iyi temsil eden romanlardan biri olarak kabul edilir.

Sanatsal araçlarla yeni bir dünya imgesi projesine katkıda bulunmak, o dönemin sanatçılarını düşünsel düzlemde birleştiren bir ortak noktaydı. Aydınlanmanın getirisi olan dışarıdaki dünya karardıkça, dünyanın politik sahnesinde etken rol alamayan Alman Romantikleri dünyanın sanat sahnesi üzerinden kendi ideal hakikatlerine ulaşma arzusunu güdüyordu. Tılsımlı Yüzük’e bu açıdan yaklaştığımızda geçmiş dünyalara dair bu büyük anlatıların sağladığı malzemelerin, Fouqué’nin Alman aristokrasisi liderliğindeki bir Hıristiyan Avrupa’ya dair hayaliyle harmanlandığını görmek mümkün. Fakat her ne kadar bu “okuma” tarih sahnesinde belirli bir zaman dilimine, belirli bir Zeitgeist’a işaret ediyor olsa da, Fouqué’nin kahramanlık destanı bugün bile dünyanın pek çok yerinde okurları büyülemeye devam ediyor. Çünkü Tılsımlı Yüzük, fantastik dünyalara tutkun usta bir hikâye anlatıcısının kaleminden çıkmış olmanın da ötesinde bağlılık, sevgi, cesaret, dostluk, adalet, umut gibi evrensel değerleri yücelten bir anlatı.

Tılsımlı Yüzük’ün yazarı ömrünün son yıllarında dönemdaşları tarafından unutuldu; çünkü yazarın sevmekten asla vazgeçmediği şövalye miti ve kahramanlık destanları güncelliğini yitirmişti artık. 1843’te yoksulluk içinde öldüğünde, kendinden sonraki kuşaklara, mesela Robert Louis Stevenson, Louisa May Alcott, Edgar Allan Poe, H.P. Lovecraft, William Morris ve J.R.R. Tolkien gibi yazarlara değerli bir ilham kaynağı olacağını nasıl bilebilirdi ki? Tılsımlı Yüzük olmasaydı belki Bir Yüzük de doğmazdı:

 

Hepsine hükmedecek Bir Yüzük, hepsini o bulacak

Hepsini bir araya getirip karanlıkta birbirine bağlayacak

Gölgeler içindeki Mordor Diyarında[2]

 

 

[1] Friedrich de La Motte Fouqué, Tılsımlı Yüzük, Can Yayınları, 2017, s. 19-20.

[2] J.R.R. Tolkien, Yüzüklerin Efendisi, Metis Yayınları, s. 63.

 
 

 


Diğer Blog Yazıları

Tümünü gör